Soğuk bir ortamdaki çocuklarını kalın kıyafetler giyme konusunda ikna etmeye çalışmak, ebeveynler için oldukça zaman alıcı bir uğraş.
MAYIS SAYIMIZ
Kristalografinin Yüzüncü Yılı
Kristaller, atomların ve moleküllerin periyodik olarak tekrar eden konumlarda bulunduğu yapılardır. Katı maddelerin pek çoğu ama hepsi değil- kristal yapısındadır. Kristalleri inceleyen bilim dalı olan kristalografinin Max von Laue’nin 1912’de X-ışınlarının kristallerden kırındığını göstermesiyle başladığı söylenebilir. Ondan kısa bir sure sonra henüz 22 yaşında olan William Lawrence Bragg kendi adıyla anılan, kırınım desenlerini kullanarak kristal yapılarının çözümlenmesini sağlayan yasayı geliştirdi. Bragg bu başarısı için 1915te henüz 25 yaşındayken, X-ışını spektrofotometresini geliştiren babası William Henry Bragg ile beraber Nobel Fizik Ödülü ile onurlandırıldı. W. L. Bragg hala en genç yaşta Nobel Ödülü kazanan bilim insanıdır.
“Yeşil” Binalar
Modern dünyanın hayatımızı kolaylaştırmak için bize sunduğu cihazlar, sayıları artan otomobiller ve konutlar nedeniyle her gün bir öncekinden daha çok enerjiye ihtiyaç duyuyoruz. Bu nedenle mevcut enerji kaynakları tükeniyor. Fakat tek sorun enerji kaynaklarının azalması değil. Tükettiğimiz enerjinin, özellikle fosil yakıt kullanımının artmasıyla birlikte daha çok karbon salımı oluyor. Böylece karbon ayak izimiz hızla büyüyor ve küresel ısınmanın etkileri zaman içinde daha da ciddi hissediliyor. Bu nedenle bir yandan temiz enerji kaynakları üzerindeki çalışmalar devam ederken diğer taraftan kaynakları daha tasarruflu kullanan yeni çözümler gündemde. Bu çözümlerden biri de yapı sektörü tarafından geliştirildi. Etrafımıza baktığımızda her geçen gün daha da artan ve yükselen binalar görüyoruz. Bu kadar hızla gelişen yapı sektörü doğal kaynakların büyük bir bölümünü kullanırken çevreye bir hayli atık salınmasına neden oluyor. Tabii böyle bir sektöre dur demek mümkün değil. Ancak bu sektörün neden olduğu çevre kirliliğini ve enerji tüketimini azaltmayı hedefleyen yeni bir çözüm var: “Yeşil” binalar.
Bakteriler Konuşuyor mu?
Herkes bakterilerin basit ve ilkel canlılar olduğunu düşünür. Ancak unuttuğumuz bir şey var ki, bakteriler beş yüz milyon yıldır Dünya’da, bizler ise en iyi ihtimalle iki yüz bin yıldır. Son 15-20 yıldır yapılan araştırmalarla bakterilerin hiç de “asosyal” ve “bencil” canlılar olmadığı, birbirleriyle birkaç dilde birden konuştukları, kendi içlerinde bir demokrasilerinin olduğu, hatta birbirlerinin konuşmalarını “dinleyip” birbirlerine komplolar kurdukları anlaşılmış. Bakteri hücreleri arasındaki bu iletişim mekanizması “Yeterli Çoğunluğu Algılamak” (Quorum Sensing, QS) olarak biliniyor. Bu sayede bakteriler birbirleriyle iletişim kuruyor, hücre sayılarını kontrol edebiliyor, fizyolojik ve patojenik (hastalık yapma) özelliklerini değiştirebiliyorlar.
Uzayın ilk ziyaretçileri
Amerikalı astronot Armstrong 1969’da Ay’a ilk defa ayak bastığında milyonlarca insan televizyonlarının başında heyecanla insanlık tarihinin bu önemli olayını izliyordu. Uzay çalışmalarında zorlu ve uzun bir yolda çok büyük bir başarı ve zafer elde edilmişti. Ama bu hiç de kolay olmamıştı. İnsanlı uzay yolculuğundan önce gerçekleştirilmesi gereken çok sayıda araştırma vardı. Birtakım fedakârlıklar yapılması gerekiyordu. Uzay yarışında önde olan ABD ve Rusya bilinmezlerin çok olduğu bir yolculuğa insanlardan önce hayvanların gönderilmesine karar verdi. Deneme uçuşları bir canlının yörüngeye yerleşmesi ve yerçekimi olmayan ortamla karşı karşıya kalması durumunda hayatta kalabileceğini gösterirken, bilim insanlarının da canlıların uzay uçuşlarına nasıl tepki verdiği konusunda ilk verileri elde etmesini sağladı. Bu veriler insanlı uzay uçuşlarına önayak oldu. Uzay çalışmalarının öncüleri ve elde edilen başarının kahramanları arasında hayvanlar da vardı.